Thales Kimdir? Thales Felsefesi

Thales, Eski Çağ Ege Medeniyeti’nde doğanın, ‘doğa dışı’ unsurlardan ziyade kendisinden hareketle açıklanması anlayışının filizlenmesine temel teşkil edecek dönüşümün habercilerindendir.

Thales Kimdir? Thales Felsefesi

Thales, Eski Çağ Ege Medeniyeti’nde doğanın, ‘doğa dışı’ unsurlardan ziyade kendisinden hareketle açıklanması anlayışının filizlenmesine temel teşkil edecek dönüşümün habercilerindendir. Felsefe, tanışık olduğumuz anlamıyla ilkin Eski Yunan Düşüncesinde Thales ile başladığı ve Pythagoras tarafından terminolojiye geçirildiği kabul edilen bir etkinliğin adıdır. “Felsefe sorularındaki nedir... felsefe sorusunu var eden temel etkendir". Varlığın aslının ve esasının, var olanların kaynağının ne olduğu sorusuna verilen yanıtlar, bütün düşünce tarihi dikkate alındığında son derece çeşitlilik göstermektedir. Verilen yanıtlardan biri, dünyanın kendi değişimini temin edebilecek bir canlılığa sahip olduğudur. Onlara göre dünyanın ana unsurunu oluşturan şey hem maddi hem canlı hem de ruhludur. Maddeye aynı zamanda bir tür canlılık ya da ruhluluk atfeden bu düşünceye hylozoizm adı verilir. Hylozoizm madde anlamına gelen hyle kavramı ile canlı anlamına gelen zoe sözcüklerinin birleşimiyle oluşmuştur ve maddeyi aynı zamanda canlı ve ruhlu kabul eden bir düşünce akımıdır. Eskiçağ Ege Medeniyetinde bu sorunun felsefe bakımından ilk ele alınışının örneğini Milet Okulunun mensubu ve bu okulun kurucusu kabul edilen Thales’te görmekteyiz. Miletli Thales, Anaksimandros ve Anaksimenes, var olanların kaynağını araştırmış ilk filozoflar olarak iki yanlı bir düşünme gerçekleştirmişlerdir. Bu düşünmelerin birinci yanı evrenin kaynağının araştırılmasıyla ilgiliyken ikinci yanı ise evrenin nasıl olup da kendi hareketiyle değişimini gerçekleştirdiğini ve tek merkezden bütün çeşitliliğin ortaya çıktığıyla ilgilidir. 

Konu ana hatlarıyla değerlendirildiğinde arkhe problemi olarak ele alınmıştır. “Arkhe başlangıç, hareket noktası, ilke, nihai ana madde, tanıtlanamayacak nihai ilkedir... Her şeyin kendisinden meydana geldiği ana ‘madde’ arayışı Yunan felsefesindeki en kadim arayıştır ve bununla bağıntılı olarak ikincil şeylerin birincil olandan ya da olanlardan hangi süreçle çıktıkları sorusu bu arayışa eşlik eder” Thales’in hayatı, kişiliği ve felsefe görüşleri hakkındaki bilgilerimiz doğrudan değil, dolaylı kaynaklardaki aktarımlara dayanır. Bu dolaylı aktarımların her birinde Thales’in hayatı, kişiliği ve felsefesi hakkında birçok rivayet vardır. Fenikeli olan Thales’in MÖ 624 ile MÖ 548545 yılları arasında Miletos tiranı Thrasybulos zamanında yaşadığı ve yaşadığı şehrin iyi bir ailesine mensup olduğu belirtilir. Platon’un Theaitetos adlı diyalogundaki anlatıma bakarsak yıldızları incelerken önünü göremeyerek bir kuyuya düşmesi ve bu yüzden bir hizmetçiye alay konusu olmasıyla Thales, varolanların gerçek özünü araştırırken yaşama çevresinden kopan filozof örneğinin bir temsilcisi olarak karşımıza çıkar. Öte yandan, Aristoteles’in bir anlatımına göre Thales, gök olaylarını takip ederek bundan zeytincilik alanında ticari kârlar elde edebilen bir kişilik olarak betimlenmektedir.

Yine, Herodotos’un aktardıklarına göre Thales; denizcilik astronomisiyle ilgilenen, gök olaylarını yakından takip eden ve güneş tutulmasını önceden hesaplayabilen iyi bir gök bilimcidir.Savaş zamanında bir nehrin aşılması konusunda nehrin kanallarla ikiye bölünerek su seviyesinin düşürülmesini önermek gibi pratik çözümler üretebilen bir mühendis, denizdeki gemilerin arasındaki mesafeyi ölçmek için matematiksel yöntem geliştiren bir matematikçi, aynı zamanda da İyonyalılara siyasi sorunlarını çözmeleri konusunda ortak meclis kurmalarını öneren bir siyaset adamı kimliğinin yanı sıra, Platon’un deyişiyle; sanatlarda usta biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Eskiçağ Ege dünyasında geometrinin kurucusu olduğu, Mısır’dan geometri ve matematikle ilgili bilgileri alarak işlediği ve bunlara yeni katkılarda bulunduğu,piramitlerin yüksekliklerini onların gölge boylarından hareketle ölçme yolunu bulduğu da bildirilmektedir. Tüm bunların yanı sıra Thales, Yedi Bilge arasında anılır ve kendini tanı sözünün ona ait olduğu belirtilir. Thales’in doğa hakkındaki görüşlerini inceleyerek bize aktaran Aristoteles’tir. Görebildiğimiz kadarıyla Aristoteles bir yandan Thales’in doğa hakkındaki düşüncelerini betimlerken öte yandan, onun düşüncelerini diğer düşünürlerinkini incelediği gibi eleştirel bakışla ele alır. Bu bakımdan Aristoteles’in Thales hakkındaki düşüncelerini iki yönden ele alabiliriz. Bunlardan birincisi, Thales’in düşüncelerinin tarihsel ve mitolojik kökenleriyle ilgiliyken ikincisi, Aristoteles’in Thales’e ait olduğunu söylediği ve eleştirel olarak ele aldığı düşüncelerdir. Betimsel bir yaklaşımla ele alındığında, Aristoteles’in, Thales’e ilişkin olarak aktardığı düşünceler üç ana başlık altında toplanabilir: a. Yeryüzü su üzerinde durur, b. şeylerin doğası su’dur, diğer her şey su’dan meydana gelir. c. Her şey canlıdır ve tanrılarla doludur.

Aristoteles’in aktardığı kadarıyla Thales’in düşünceleri sırasıyla, mitolojik kökenleri bakımından ele alınacak ve ardından da Aristoteles’in bu düşünceleri nasıl ele aldığına yer verilecektir. Bu yöntem her ne kadar Thales’in düşüncelerinin ele alınmasının bütünlüğünü belli ölçüde bozacak olsa da konunun sistematik biçimde açıklanması için gerekli görünmektedir.

a.Yeryüzü su üzerinde durur: 
Aristoteles’e göre Thales, yeryüzünün su üzerinde durduğunu söylemektedir. Bu anlayışın kökeninde, dönemin coğrafya bilgisinin etkisi olduğu düşünülebilir. Nitekim günümüzde ‘Cebelitarık’ olarak adlandırılan ve Akdeniz’in Atlas Okyanusu’na açıldığı yer olan boğaz, Eski Yunan söylencesinde “bilinen dünyanın sonu” olarak kabul edilmekteydi. Bu coğrafya bilgilerine dayanan kökenin yanı sıra çok önemli mitolojik temeller de vardır. Eski Yunan söylencesine bakıldığında irili ufaklı, her türlü akarsu tanrısal özelliktedir. Çünkü bunlar, Okeanos ve Tethys’in çocukları olarak kabul edilirler.
Yeryüzü, üzerinde bulunan bu akarsuların yanı sıra Okeanos adı verilen tanrısal su ile çevrilidir. Bu anlayışa göre Okeanos, kara parçası anlamındaki dünyanın sınırıdır ve sürekli akış hâlinde olan bu suyun sınırlarına ulaşmak, derin burgaç ve akıntılardan dolayı imkânsız olarak kabul edilirdi. Aynı zamanda bütün nehirlerin ve ırmakların da babası kabul edilen Okeanos’un tarihsel benzeri Mezopotamya mitolojisinde de göze çarpar. Thales’e göre yeryüzü, bir tahta parçası veya ona benzer bir şey gibi suyun üzerinde yüzmektedir. Aristoteles, Thales’in bu görüşünü iki yönden eleştirir. İlkin,havanın sudan daha hafif olduğunu, suyun da topraktan daha hafif olduğu belirtir. Dolayısıyla daha hafif olanın daha ağır olandan aşağıda bulunmasının doğaca imkânsız olacağını belirtir. İkinci olarak da doğal gözlem verilerinden hareketle, su üzerine konulan ve sudan daha ağır parçaların suya batmasından dolayı, yeryüzü’nün de suya batması gerekeceğini ileri sürerek Thales’in bu görüşünü eleştirir.

b. Şeylerin doğası sudur:
Thales’e göre şeylerin doğası sudur. şeylerin doğası sudur derken suyun her şeyin ana unsuru, ana maddesi, her şeyin kendisinden meydana geldiği ilk neden olduğu kast edilmektedir. Su, kendisi değişmeyen fakat diğer bütün varolanların kendisinden doğup yine kendisine döndüğü ana maddedir. Aristoteles, Thales’i karakterize eden bu görüşü iki bakımdan ele alır. Aristoteles’e göre bu görüş bir yandan deneyime, öte yandan da mitolojiye dayanır. Suyun her şeyin kökeninde bulunmasının deneyime dayanan yanı, her şeyin nemlilikten beslenmesi, hayatın su ve nemlilikten kaynaklanmasıdır.

Suyun köken olarak kabul edilmesinin mitolojik temelleri ise yukarıda yeryüzünün su üzerinde bulunması anlayışının da kendisine dayandırıldığı Okeanos’la ilgili söylencede bulunur. Bu anlayışa göre Okeanos, dünyanın başlangıcında bulunur. Okeanos’un kızları ise insanların hayat güçlerinin tazelenmesini sağlarlar. Birbiriyle ilişkili bu iki söylencenin yanı sıra, eskiler ve kahramanların Okeanos’un bir kolu olan Styx üzerine yemin ediyor olmaları da suyun kutsal kabul edildiğinin göstergelerinden biri olarak belirtilir. Thales’in her şeyin kökeninde su olduğunu kabul eden anlayışının felsefi açıdan tartışılması ise dünyadaki nesnelerde meydana gelen değişimler de göz önünde bulundurularak ağırlıklı olarak Aristoteles’in Oluş ve Bozuluş Üzerine adlı kitabında gerçekleşir. Bu kitaptaki anlatımlara göre filozoflar Aristoteles tarafından, evrendeki çokluğu açıklamak için ilke olarak kabul ettikleri Ögeler hakkındaki görüşleri bakımından sınıflandırılırlar. Aristoteles, evrenin tek öğeden oluştuğunu savunan filozoflarla evrenin birden çok öğeden oluştuğunu savunan filozoflar arasında ayrım yapar. Bunlardan birincileri duyulur cisimlerin dayanağının tek olduğunu ileri sürerlerken ikincileri için ise bu öğelerin sayısı birden çoktur. Thales’inde içinde bulunduğu ilk gruptaki filozoflara göre her şey maddi yapıdaki bir unsurdan doğar. Diğer bütün şeyler, söz konusu unsurdan nicel değişme yoluyla seyrelme ve yoğunlaşmayla meydana gelir. Temel sorun, bütün evrendeki çokluğun tek bir öğeden nasıl oluşabileceğidir. Aristoteles’e göre söz konusu her iki anlayışın temsilcileri de dünyadaki değişmeleri ancak kısmi olarak açıklayabilmektedirler. Aristoteles’e göre, evrenin tek tözden meydana geldiğini açıklayabilmek için bu filozoflar, oluş ile başkalaşmanın aynı olduğunu kabul etmek zorundadırlar. Çünkü geri kalan evrenin her bir öğesi, bu öğenin dönüşümünden oluşmak durumundadır. Bu yüzden Aristoteles’e göre tek töz kabul eden filozoflar bundan rahatsızlık duyarlar. Çünkü bu durumda özne tek ve özdeş kalmaktadır. Oysa Aristoteles, tek nesnede hem başkalaşmanın hem de büyüme ve küçülmenin meydana geldiğini belirtir. Öte yandan evrenin temelinde çok öğenin bulunduğunu savunan filozoflar için oluş ile başkalaşma farklı anlama gelir. Bu ikinciler için oluş,öğeler çokluğunun çeşitli şekillerde bir araya gelip ayrışmasıdır 


c. Her şey ruhlarla doludur:
Thales ile ilgili aktarılan ve felsefe bakımından tartışılan üçüncü görüş “her şeyin ruhlarla dolu ve canlı olduğu” anlayışıdır. Konumuz bakımından ele alındığında Thales, ruhun devinim olduğunu söyleyen filozoflar arasında anılır. Thales’in ruhun devindirici güç olduğunu iddia eden düşünürler grubuna dahil olmasının temel gerekçelerinden biri, Thales’in mıknatısın çekim gücü bulunduğunu fark etmiş olmasıdır. Bu gücün Thales’i ruhun devindirici güç olduğunu düşünmeye sevk ettiği belirtilir.Bu devinim sağlayıcı unsurlar aynı zamanda havada da bulunur ve bu filozoflar için havanın canlılık sağlayıcı olarak kabul edilmesinin nedeni de budur. Aristoteles, bu anlayışın kaynağının Orpheusçu şiirlerde bulunabileceğini belirtir. Bu şiirlere göre ruh, soluk veya benzeri bir yolla dış evrenden canlının bünyesine giren bir unsurdur. Bu, başka bir ifade ile canlı maddeciliktir. Aristoteles’in dolaylı yolla da olsa Thales’e atfettiği ‘canlı madde’ anlayışı, Aristoteles’in eleştirilerinin de odak noktası olan sorunun çözümüne yöneliktir. 

Kendiliğinden hareketin imkânını temele alan ve her şeyde ruhların bulunduğunu ileri süren bu görüş, Aristoteles tarafından onun ‘maddi neden’ öğretisi çerçevesinde eleştirilmektedir. Aristoteles’e göre yalnızca maddi nedenin kabul edilmesi, bize oluş ve bozuluş anlamındaki hareketi vermekten uzaktır. Çünkü bunun tersi düşünülecek olursa dayanak olarak kabul edilenin kendisinin aynı zamanda kendi değişmesinin nedeni olması gerekecektir. Bunu daha açık olarak “örneğin tahtanın veya tuncun değişmesinin nedeni, ne tahta ne de tunçtur. Yatağı yapan tahta, heykeli yapan tunç değildir” şeklinde ifade eder. Yine de Aristoteles’in bu düşünceden ne ölçüde etkilenmiş olduğunun göstergesi olan ifadeleri dikkat çekicidir: “Hayvanlar ile bitkiler, toprakta ya da suda meydana gelirler. Çünkü toprakta su, sudaysa ‘soluk’ (pneuma) vardır. Her ‘soluk’ta da, ‘ruhsıcaklığı’ (thermoteta psük hiken) bulunur. Böylece her şeyin ‘ruh’la dolu bulunduğu anlaşılmaktadır”. Bu “canlı madde” anlayışı, Thales’e atfedilen, zorunluluğun en büyük güç olduğu, çünkü her şeyi kontrol ettiğine ilişkin düşünceyle beraber ele alındığında varlıkta meydana gelen değişim ve dönüşümlerin Hesiodos’un tanrılar anlayışı uyarınca dışarıdan ve belli ölçülerde keyfî olan dinamiklerinin yerine içsel ve “keyfiyeti” dışlayan bir anlayış getirilmiş olduğunu düşündürmektedir, her ne kadar Aristoteles tarafından Thales’in su’yu her şeyin ilk ilkesi olarak seçmesinin nedeni olarak Okeanos veya eski dönemlerde üzerine yemin edilen Styx gibi örnekler gösterilse de artık Okeanos bir baba olarak Tethys bir ana olarak ve pınarlar ile dereler de dünyayı saran akarsular olarak insan biçimci tanrısal özellikleriyle Thales’in doğa olayları ile ilgili açıklamaların da yer almamaktadırlar. Dönüşüm, Aristoteles’in şahitliğinden de anlaşılmaktadır. Aristoteles, Thales’in görüşlerini betimleyip tartışırken Thales’in Hesiodos’un Theogonia’sında sunulduğu şekilde, tanrılara dayalı bir açıklama yaptığını değil, geriye dönük etkilenmiş olabileceği kaynaklar olarak söz konusu tanrıları ve onların özelliklerini anmaktadır. Kaldı ki Thales ile ilgili kaynaklarda da bu kendisini göstermektedir. Thales artık, Aristoteles’in deyişiyle “eskilerin” insan biçimci tanrılar anlayışına dayalı doğa açıklama modelini kullanmamaktadır.

Aristoteles’in eskiler olarak kastettiklerini geriye dönük olarak ele aldığımızda doğa olaylarının söz konusu mitolojiler tarafından açıklanması ile Thales tarafından açıklanması arasında birtakım farklılıklar olduğu görülebilir. Hesiodos’un  Theogonia adlı eserinde toplumda ve doğada meydana gelen olayların nedeni olarak tanrılar ve tanrıçalar gösterilir. Üstelik bu olayların gerçekleşmesinde bir keyfiyet de söz konusu olabilmektedir. Toplumsal bir durum olarak çeşitli konularda insanların düşüncelerini ortaya koydukları tartışma ortamlarında kimin galip geleceği bir tanrıça olan Hekate’nin isteğine bağlıdır, Sosyal olaylarda görülen bu yaklaşım doğa olaylarının açıklanmasında da sürmektedir. Etna yanardağının lav püskürtmesi de tanrıların yaptığı birtakım eylemlerle ilişkilendirilmektedir.Benzer şekilde depremlerin oluş nedeni de tanrılara bağlanmakta, büyük dalgaları ve şiddetli rüzgârları da bazı tanrıların dindirdiği belirtilmektedir. Oysa Thales benzer konuların açıklanmasında farklı bir yol tutmuş görünmektedir. Thales’e göre depremin nedeni yeryüzünün üzerinde durduğu suyun hareketidir. Yine Thales’e atfedilen düşüncelerin birinde Nil nehrindeki buğulaşma ile rüzgâr oluşumu arasında bir bağ olduğu belirtilir. Thales’te somutlaşan ve doğada olup bitenleri açıklamada kullandığı bu modelin ana özelliği, her açıklanan doğa olayının açıklanma ilkesinin yine doğada yer alan varlıkları temele almasıdır. Bu modele göre yapılan açıklamalar, her ne kadar günümüzün bilimsel doğa açıkla malarıyla tam bir uygunluk göstermeseler de doğa olaylarının açıklanmasında görülen bakış açısı değişikliğinin örneklenmesi olarak değerlendirilebilirler.