Oğuz Atay’ın Romanlarındaki Mektuplar
Tutunamayanlar ile yaşadığı günlerden bugünü yakalamış, Tehlikeli Oyunlar ile insanlığa her daim zevkle okunabilecek bir eser bırakmış olan, Oğuz Atay’ın eserlerinde mektup önemli bir yer kaplar. Zamanının haber vericisi ve duygu temsilcisi olan mektuplar, Oğuz Atay’ın her eserinde yer edinmişlerdir. Bazen bir mektubun varlığıyla başlayan eserleri, bazen de bir kitabın en sevilen sayfaları olan mektupların kalemidir, o… 1976’da aramızdan ayrılan Oğuz Atay’ın yazınları, Klasik Türk Edebiyatı’na başkaldırıdır. Klasik minvalde işleyen çoğu birbirinin tekrarı olan eserlere Tutunamayanlar ile isyan eder. Kafka ve Dostoyevski hayranlığı, eserlerinin çoğuna işlemiştir.
-
Tutunamayanlar – Günseli’ ye Veda Mektubu
Oğuz Atay, ömrünün görmeye yettiği ilk ve tek ödülünü bu eserle almıştır. Eser, Turgut’un, Selim’in mektubunun eline geçmesiyle, ve Turgut’un bu mektubun neden kendisinde olduğunu sorgulamasıyla başlar. Selim’in intiharından sonra, Turgut ve Selim’in iç dünyalarına tanık olduğumuz eserde Selim’in Günseli’ ye yazdığı mektup adeta bir baş yapıttır.
‘’ Günseli son günlerde öyle bir durumdayım ki bir iki dakika bile aklımı toparlayıp düşünemiyorum. Sevgilim şeytan bilir nelere takılıyorum neler düşünüyorum günlerdir, yatıyorum hastalıktan mı bilmiyorum şimdi biraz düşünebileceğimi hissediyorum ve uzun süredir aklımda yüzen belirsiz bir cismi aydınlatmaya karar verdim evet aklım gene karışmadan acele etmeliyim, ölmeye karar verdim. Günseli vakit geçirmeden yapmalıyım bunu yoksa ne olacağımı nereye sürükleneceğimi tahmin edemiyorum…’’
Satırları ile başlayan mektup- Advertisement -‘’ Acıklı şeyler yazmak istemiyorum acıklı sözler benim üzerimde etkisini kaybetti fakat seni etkileyecektir.’’
‘’Kötü hatıralar insanın aklından kelime olarak çıksalar bile görüntü olarak kalırlar’’
gibi vurucu birçok cümle ile devam eder, hem bir bireyin iç dünyasına tanık olduğumuz hem de intihar etmeyi düşünen bir bireyin neler hissettiğini anlatan bu mektup, günümüzde kitabın öne çıkan bölümlerinden biridir. -
Tehlikeli Oyunlar- Bilge’ye Mektup
Tutunamayanlar’a göre daha sade bir dünyası olan bu kitap, Türkiye halkı tarafından en çok bilinen Oğuz Atay eseridir. Oğuz Atay’ın kuvvetli espri anlayışının, dile hakimiyetinin ve olay örgüsü kurgusundaki başarısının en üst seviyede olduğu bir kitaptır. Hikmet’in, Bilge’ye olan aşkının ve bu aşktan zorunlu vazgeçişini anlatır. Kitabın 385’inci sayfasında bulunan mektup, kitabı daha önce okuyanların tekrar okuduklarında bütün hikayeyi hatırlayacağı veya kitabı hiç okumamış olanların bile okuduklarında hayran kalacakları bir ustalıkla yazılmıştır.
“Sevgili Bilge, bana bir mektup yazmış olsaydın, ben de sana cevap vermiş olsaydım. Ya da son buluşmamızda büyük bir fırtına kopmuş olsaydı aramızda ve birçok söz yarım kalsaydı, birçok mesele çözüme bağlanamadan büyük bir öfke ve şiddet içinde ayrılmış olsaydık da yazmak, anlatmak, birbirini seven iki insan olarak konuşmak kaçınılmaz olsaydı. Sana, durup dururken yazmak zorunda kalmasaydım. Bütün meselelerden kaçtığım gibi uzaklaşmasaydım senden de.
İnsanları, eski karıma yapmış olduğum gibi, büyük bir boşluk içinde
bırakmasaydım. Kendimden de kaçıyorum gibi beylik bir ifadenin içine düşmeseydim. Bu mektubu çok karışık hisler içinde yazıyorum gibi basmakalıp sözlere başvurmak zorunda kalmasaydım. Ne olurdu, bazı sözleri hiç söylememiş olsaydım; ya da bazı sözleri hiç söylememek için kesin kararlar almamış olsaydım. Sana diyebilseydim ki, durum çok ciddi Bilge, aklını başına topla.’’ Satırları ile başlar mektup.“Ben iyi değilim Bilge, seni son gördüğüm günden beri gözüme uyku girmiyor diyebilseydim. Gerçekten de o günden beri gözüme uyku girmeseydi. Hiç olmazsa arkamda kalan bütün köprüleri yıktım ve şimdi de geri dönmek istiyorum, ya da dönüyorum cinsinden bir yenilgiye sığınabilseydim. Kendime, söyleyecek söz bırakmadım. Kuvvetimi büyütmüşüm gözümde. Aslında bakılırsa, bu sözleri kullanmayı ya da böyle bir mektup yazmayı bile, ne sen ne aşk ne de hiçbir şey olmadığı günlerde kendime yasaklamıştım. Sen, aşk ve her şeyin olduğu günlerde böyle kararlar alınamazdı. Yaşamış birinin ölü yargılarıydı bu kararlar. Şimdi her satırı, “bu satırı da neden yazdım?” diyerek öfkeyle bir öncekine ekliyorum. Aziz varlığımı son dakikasına kadar aynı görüşle ayakta tutmak gibi bir görevim olduğunu hissediyorum. Çünkü başka türlü bir davranışım, benimle küçük de olsa bir ilişki kurmuş, benimle az da olsa ilgilenmiş insanlarca yadırganacaktır. Oysa, sevgili Bilge, aziz varlığımı artık ara sıra kaybettiğim oluyor. Fakat yaralı aklım, henüz gidecek bir ülke bulamadığı için bana dönüyor şimdilik. Biliyorum ki, bu akıl beni bütünüyle terk edinceye kadar gidip gelen aziz varlık masalına kimse inanmayacaktır.
- Advertisement -Bazı insanlar bazı şeyleri hayatlarıyla değil, ölümleriyle ortaya koymak durumundadır. Bu bir çeşit alın yazısıdır. Bu alın yazısı da başkaları tarafından okunamazsa hem ölünür ve hem de dünya bu ölümün anlamını bilmez; bu da bir alın yazısıdır ve en acıklı olanıdır. Bir alın yazısı da ölümün anlamını bilerek, ona bu anlamı vermesini beceremeden ölmektir ki, bazı müelliflere göre bu durum daha acıklıdır. Ben ölmek istemiyorum. Yaşamak ve herkesin burnundan getirmek istiyorum.
Bu nedenle, sevgili Bilge, mutlak bir yalnızlığa mahkum edildim. (İnsanların kendilerini korumak için sonsuz düzenleri var. Durup dururken insanlara saldırdım ve onların korunma içgüdülerini geliştirdim.) Hiç kimseyi görmüyorum. Albay da artık benden çekiniyor. Ona bağırıyorum. (Bütün bunları yazarken hissediyorum ki, bu satırları okuyunca bana biraz acıyacaksın. Fakat bunlar yazı, sevgili Bilge; kötülüğüm, kelimelerin arasında kayboluyor.)
Geçen sabah erkenden albayıma gittim. Bugün sabahtan akşama kadar radyo dinleyeceğiz, dedim. Bir süre sonra sıkıldı. (İnsandır elbette sıkılacak. Benim gibi bir canavar değil ki.) Bunun üzerine onu zayıf bulduğumu, benimle birlikte bulunmaya hakkı olmadığını yüzüne bağırdım. (Ben yalnız kalmalıyım. Başka çarem yok.” paragrafları ile kendine olan güvenini yitirmiş, ve artık mektubu yazan kişinin intihara nasıl yaklaştığını gözler önüne serer. Bunu oldukça sade bir dille okuyucusuna aktarır. Bir ruh çözümlemesinin kolayca yapılabildiği bu kitap, sadeliğin usta bir kalemin elinden olunca ne kadar etkileyici olabildiğinin en önemli kanıtıdır.
-
Korkuyu Beklerken – Babama Mektup
Korkuyu Beklerken adlı öykü kitabında yer alan bu mektup, klasik Türk erkeği algısını anlatır. Halkın ‘Baban gibi ol’ ya da ‘Baban gibi asla olma’ sözleri arasında geçen kendileri olma çabasına değinir. Babaya karşı olan özlemle başlayan kitap, bir süre sonra keşke öyle olmasaydı veya keşke bunu yapsaydın gibi temennileri ile devam eder. Mektubun sonlarına doğru babasına benzeyen ve bütünüyle babasının aynısı olmaktan çekinen bir erkek evlat ile karşılaşırız. Bu eserinde, babası öldüğü için onunla tam anlamıyla yüzleşemeyen bir Oğuz Atay ile karşılaşırız. Söyleyeceklerine bir nebze ket vurmuş olsa da, Oğuz Atay muhteşem dilini ve anlatışını bu eserinde de kolaylıkla hissederiz. Mektubun tamamı burada yer almıyor, okumak isterseniz; ⇒ Babama Mektup – Oğuz Atay
- Advertisement -‘’…Sana bazı şeyleri anlatamadım. Bir iki yıl daha yaşasaydın ya da dünyaya dönseydin – kısa bir süre için- her şey başka türlü olurdu sanki. Çaresizlik yüzünden birçok şeyin anlamı kayboluyor. Sen olmadıktan sonra sana yazılan mektup ne işe yarar? Fakat ben artık bir meslek adamı oldum babacığım. Yakın çevremde seninle ilgili bir hatıramı anlattığım zaman, “Ne güzel” diyorlar, “Bunu bir yerde kullansana.” Onun için, çok özür dilerim babacığım, seni de bir yerde, mesela bu mektupta kullanmak zorundayım.’’ Cümleleri hem özlem hem de hesaplaşmayı içerse de, mektuptaki bir cümle bütün baba- evlat ilişkilerini özetlemeye yetecek güçte ‘’Galiba biz, babacığım, birbirimizi hep böyle anlamadan sevdik’’
-
Bir Mektup
Gönderilmemiş bir mektuptur, mektubun içerisinde kendisiyle çok büyük savaşları olan bir karakter ile karşılaşırız. Kendisine iş vaadinde bulunan patrona yazılmış bu mektup, yazan kişinin patrona olan hayranlığını, ona ne kadar özendiğini ve bu özentinin kendi hayatındaki değişimlere nasıl sebep olduğunu anlatır. Özgüveni düşük olan bu bireyin, patronuna ne kadar özendiğini, kendini alçaltıp karşısındaki yücelterek anlatışına şahit oluruz. Sırf patronunun çevresindeki kadınların güzelliğinden etkilendiği için kendi sevgilisinden ayrılır. Oğuz Atay’ın bu eserinde, başkalarının hayatına özenen bireyin nasıl yorgun düştüğüne, yıprandığına ve kendi hayatına dair memnuniyetsizliğinin etkilerine tanık oluyoruz.
‘’ Pek muhterem efendim,
Sizi ilk gördüğüm andan itibaren o kadar sevdim ki, size bir mektup yazmadan, bütün olup bitenleri anlatmadan edemedim. Bu samimiyetimi bir saygısızlık olarak kabul etmemenizi dilerim. Aslında size olan saygım o kadar büyük ki, ilk defa karşılaştığımız zaman, içinde birlikte bulunduğumuz çevreden edindiğim izlenime göre, eskimiş bir dil ve modası geçmiş bir anlatımla size derdimi anlatmayı yetersiz buldum ve hemen bir sözlük bularak bu satırları yazarken yanımdan eksik etmemeyi, sizi sıkmadan size seslenmeyi kendime bir görev saydım.’’ Satırları mektubun başlangıcıdır, bu satırlarda da görüleceği üzere, birey öyle bir duygu içindedir ki kullandığı dilin bile karşısındaki tarafından algılanamayacak kadar kötü olduğunu düşünür. Bu gönderilmemiş mektubun altında aynı zamanda hiçbir imza bulunmaz.